Aziz DAĞTEKİN Yazdı
Türkiye siyasetinde her gün başka bir tiyatro sahneleniyor. Ancak sahne öylesine karışmış durumda ki, oyuncular rollerini unutmuş, dekor yıkılmış, figüranlar başrol peşinde koşuyor. Bu karmaşanın ortasında, ana muhalefet partisi CHP’nin “halkçılık” iddiası giderek daha çok megafonculuğa dönüşüyor.
Son perde Antalya’da açıldı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel, elinde megafon, dilinde tehdit, yüreğinde öfkeyle sahneye çıktı. Hedefinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek vardı. Attığı slogan sertti. “Sen savcı mısın, yoksa mafya mı?” Bu ifade, ilk bakışta siyasi bir tepki gibi görünse de, aslında muhalefetin son dönemde sıkça başvurduğu mağduriyet anlatısının bir yansıması.
Özgür Özel’in çıkışı, bir yandan yargıyı suçlayan sert bir dil içerirken, diğer yandan tabana yönelik duygusal bir söylem taşıyor. Ancak bu söylemin ne kadar “halkın içinden” olduğu tartışmaya açık. Çünkü CHP’de yaşananlar krizden çok, artık bir gelenek hâline gelmiş durumda: Liderler önce el üstünde tutuluyor, sonra küçümseniyor, ardından linç kültürüyle gözden düşürülüyor.
Baykal’ın “kasetle gelen kasetle gider” süreci, ardından Kılıçdaroğlu’nun “helalleşmeci” diye yüceltilip “kaybettiren” olarak düşürülmesi, şimdi de Özgür Özel’in “bağır çağır siyasetçi” kimliğine büründürülmesi bu zincirin halkaları. Her dönem bir öncekini tüketiyor. Bu yapı içinde siyasi strateji değil, siyasi tüketim kültürü ön planda. Dün Kılıçdaroğlu’nu göklere çıkaranlar, bugün aynı öfkeyi Özgür Bey’e yöneltiyor. CHP’de kurultaylar değil, adeta dizi senaryoları yazılıyor.
Özel’in savcıya yönelik “mafya” suçlaması, muhalefetin giderek daha fazla benimsediği yeni bir dilin ürünü. Yargıya yönelik eleştirilerin özü ise artık şu hale getiriliyor: “Yargı karar verirse adalettir; bize dokunursa darbedir.” Oysa bu söylemin neredeyse aynısı, 2013’te başka aktörler tarafından dile getiriliyordu. O zaman “yargı bağımsız” diyenler, bugün “yargı talimatlı” diyor. Bu da siyasetin pozisyona göre şekil aldığını, ilkelerden uzaklaştığını gösteriyor. Bu tutum, adaleti değil, algıyı önceleyen bir yaklaşım.
Asıl mesele sadece kelimeler değil, kullanılan dilin ruhu. Özgür Özel’in “Seni indireceğiz!”, “Cunta başkanı Erdoğan!”, “Birilerine af mı dileyecek yine?” gibi ifadeleri siyasetle değil, öfke ekonomisiyle şekillenmiş görünüyor. Bu söylem, bir Twitch yayınında sinirlenen ergen bir gamerın dilini andırıyor. Ancak burada sorulması gereken asıl soru şu: Bu dil gerçekten halkın sesi mi, yoksa perde arkasındaki bir aklın ürünü mü?
Geçmişte Baykal ve Kılıçdaroğlu’na uygulanan psikolojik operasyonların izleri hâlâ tazeyken, partideki bu agresif üslup, dış kaynaklı bir mühendislik kokusu taşıyor. Özgür Özel, halkın öfkesini mi temsil ediyor, yoksa kendisine biçilen rolü mü oynuyor?
CHP, bu haliyle ne güldüren bir mizah ne de düşündüren bir muhalefet sunabiliyor. Savcıya “mafya”, Cumhurbaşkanına “zalim”, sisteme “cunta”, yargıya “silah” demek çözüm değil, sadece yüksek sesle bağırmak. Bu tavır, siyaset değil, sosyal medya tepkisi. Üstelik bu dil dışarıya değil, içerideki seçmene hitap ediyor. “Biz de sizin kadar öfkeliyiz” diyerek tabandaki radikalleşmeyi yönetmeye çalışıyorlar. Oysa toplum artık tiyatro değil, gerçek çözüm istiyor.
Siyasi liderin yüksek perdeden bağırması, halkın sesini duyduğu anlamına gelmiyor. Sonuçta karşımızda kendi liderlerini linç eden, yargıya “mafya” diyen, Cumhurbaşkanına açık tehditler savuran, savcıya karanlık göndermelerde bulunan ve asgari ücret masasını “devrim” diye sunan bir yapı var. Bu manzara siyasi manifestoya değil, daha çok bir YouTube parodisine benziyor.
Genç kuşak için bu tarz çıkışlar, artık bir dijital kurguya dönüşmüş durumda. Özgür Özel’in “Sen mafya mısın?” çıkışı sadece bir savcıyı hedef almıyor; aynı zamanda siyasetin ciddiyetini, muhalefetin sorumluluğunu ve halkın beklentilerini de hafife alıyor. Yüksek perdeden konuşmak cesaret değil. İçeriği boş her yüksek ton, güven değil, sadece gürültü üretir. Siyaset meydan okuma değil, çözüm üretme işidir. Öfke cümleleri kurmak kolay, ama yorgun bir toplumun karşısına hala sloganla çıkmak, halkı ya tanımamak ya da küçümsemek demektir.
Muhalefet mizahla güçlenebilir ama bu mizaha zeka, sabır ve hedefi doğru seçme becerisi ister. Mizah tehdit diliyle karıştığında ortaya siyasi muhalefet değil, tribün şovu çıkar. Bugün yaşanan da budur. Siyaset, ironiye değil, imitasyona yenik düşüyor. Devletin kurumlarını sürekli hedef almak, sisteme değil, partinin kendi kredibilitesine zarar verir. Bu yol, iktidarı zorlamak değil, muhalefeti zayıflatmaktır.
Gerçek siyasetçi, halkın yorgunluğunu bağırarak değil; netlikle, sabırla ve ferasetle karşılar. Bugün ihtiyaç duyulan şey, bağıran değil, konuşan, tehdit eden değil, ikna eden; slogan atan değil, çözüm sunan liderlerdir. Siyaset yalnızca tribüne oynamaya indirgenirse, o tribün bir süre sonra dağılır. Çünkü halk artık sadece alkışlamak için değil, anlamak ve güvenmek için oradadır.
Sonuç itibariyle, Özgür Özel’in sert çıkışları geçici bir coşku yaratabilir ama uzun vadede birikmiş umudu tüketme riski taşır. Halk, sabrının sınırına geldiğinde bağıranları değil, konuşarak yol açanları yanında görmek ister. Ve siyaset, en çok da bu sınavda başarısız olanları affetmez.